10.09.2012

Üçüncü nefesi, Amerikan rüyası


Yıl olmuş 1938 insanlar daha savaşıyor. Gerçi 2012'de de hala savaşıyorlar. İspanya İçsavaşı General'in galibiyetiyle sonuçlanmış, darbe tamamlanmıştır. Yüzbinlerce insan ölmüş, kaybolmuş ya da işkenceden geçmiştir. Hatırlarsanız Federico da belirsiz bir yere gömülmüştü. Ortalık kızışıyordu zira Hitler ve Mussolini ortalığı toz duman edecek birer halk yetiştiriyordu. Sovyetler Birliği dünyadaki sosyalist ve komünistlere akıttığı kaynakları kesmeye başlamıştı zira Hitler'in saldırıya geçeceğini görebilen tek devlet büyüğümüz M. Kemal değildi. Stalin de Hitler'in elini görmüş ve artırmıştı. Polonya'ya girildiğinde General Franko'nun falanjistleri yönetimi ele geçirmişti ve bizim Luis Amerika Birleşik Devletleri'ndeydi (ABD). (Farkettiniz mi ABD Başkanı dendiğinde Ana Bilim Dalı Başkanı olma olasılığınız da var eğer bir Roosevelt değilseniz.)


Hayzın gayzın şayzın.
Bir MGM yapımcısı olan Frank, aynı zamanda ABD Komünist Partisi üyesiydi. Henüz cadı avı yoktu ortalıkta ve savaş sonuna kadar da aleni biçimde yürütülmeyecekti. Bu sırada ileride komünist cadı avından nasibini alacak başka bir yönetmen olan Charles Chaplin'e, Büyük diktatör (the Great dictator) filmi için birkaç şaka yazdı. İnternetteki çeşitli kaynaklardan ulaşılabilecek, irili ufaklı projelerde yer aldı. 

1942'de ABD yurttaşlığına başvurusu alındığında Luis'in sosyalist geçmişi hakkında tartışmalar da başlamıştı. Aynı yıl içinde Salvador manyağı otobiyografisini yayınlattığında, kitapta yer alan ve Luis'in komünist partili geçmişini apaçık ortaya koyan ifadeler, akıllardaki tüm soru işaretlerini sildi. Bütün bunlar New York'ta yaşanmaktaydı ve Luis bir başpiskopos'un şikayetiyle Kaliforniya'ya dönmek zorunda kaldı. Hollywood'da Warner Bros.'un Meksika için yaptırdığı dublajların yönetmenliğini üstlendi.

Aynı zamanda Paris'ten sürrealist arkadaşı Man Ray ile Los Angeles'in kanalizasyonları adlı bir senaryoda çalıştı ama çekemedi. Ne var ki 1945 yılında Warner Bros. ile kontrat süresi dolunca yenilemedi ve Meksika'ya yerleşti.

Jaibo, "benim oycak fıştııığk, bincem
şıytına vuyucam kığbacı" derken.
Yine birkaç projeden sonra yepisyeni bir Luis'in habercisi olan Los Olvidados'u (Unutulmuşlar) filme aldı. Bizim Luis durur mu, yeni filmiyle de sansasyon yarattı. Bu noktada belirtmek isterim ki benim izlediğim ilk filmi de budur. Hastalanan ve normalde de sefalet içinde yaşayan Pedro'nun rüyası bize hiç değilse Salvador'suz da Luis'in büyük bir zeka olduğunu ispat etti. Jean Vigo filmlerini de andıran filmde Pedro bir yatılı okulda kalmak zorunda kalır. Okulun idealist müdürü de Pedro'nun hayatını düzene koymasına yardımcı olamaz. Ama belki de Pedro o okula hiç gitmese uzatmalı sevgilisinin intikamını alamayacak.

Rüya sahnesi.
Filmin sansasyonelliğinin tek nedeni Pedro değil elbette. El Jaibo'nun Pedro'nun dul annesiyle birlikte olması, yardıma muhtaç kör çalgıcının da fırsatını bulduğunda sübyancılık yapmaya çalışması, hırsızlık, cinayet ve daha birçok senaryo unsuru dolayısıyla film şaşkınlıkla karşılandı.

Filmin aslında halkçı tavrının yanında halkın da eksiklerini eleştiriyor olması, iki dünya savaşını içeren bir propaganda anlayışı sonrasında bünyelere ilaç gibi gelmiştir. Gelmesi gerekirdi ya da... Yani mesela tamam adam kör ve yardıma muhtaç, çocuklar acımasızca dalga geçiyorlar adamla falan. Ama adam da küçük, ona yardıma gelen bir kız çocuğuna tecavüz etmeye çalışmaktan geri durmuyor. Pedro'nun annesi, bir suçlu olduğu için oğluna görüşmesini yasakladığı el Jaibo'yla yatağa giriyor. Onlarca suç işleyen, çocuk suçlu el Jaibo iyilik yapmaya çalışmaya başlıyor ve kötü bir şekilde ölüyor, ki o ölüm sahnesi hafızamdan hiç gitmez.

Filmi çektiği anda Luis.
Cannes'ın henüz prestijli olduğu yıllarda en iyi yönetmen ödülünü alıyor Luis, los Olvidados'la. Bundan sonra bir sürü değişik ilginçlikte filmler çekiyor Él de dahil. Ancak gerek zaman gerek yer kısıtından, gerekse akıl sağlığım açısından bunları es geçecek ve bir sonraki bölümde "Arçibaldo dela Kruz'un suçlu yaşamı"ndan devam edeceğim. Bizi bekleyin anacııım.


Çavçav.

1 yorum :

  1. Sinema 7.sanatsa yönetmenler, bu sanatın en büyük şekillendiricileri olmalıdır. Günümüz sinemasında yüklü miktarda para ve güzel bir senaryoyla beğenilmeyecek film yok. Artık çok fazla başyapıt görülmeme sebebi de bu olmalı. Sinemaya edebiyat dokunuşları katan Bunuel gibi yönetmenlerin aksine günümüz yönetmenleri, bilgisayar karşısında filmlerini kesip biçen usta birer makasçıya daha çok benziyor.(bu günümüzde mükemmel yönetmenler yok demek değil.) Bunuel’in gerçeküstücülük çizgisinden biraz uzaklaştığı bu filmde edebiyatın etkisini fazlaca hissedebiliriz. Bu filmi 3 defa izledim her birinde de en güzel sahneyi seçtiğimde ise bir önceki seçenek ekarte oldu. Bunuel’in dokunuşları bu filmi izleyenleri farklı odak noktaları belirletebilecek hale getiriyor. Bunuel’in anarşizm ve sosyalizm ortak yapımı olan yaşamı, filmlerinde kilise ve sermaye eleştirisi olarak görülebiliyor. Senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı bu filmde konu ve sunum bakımından Bunuel’in felsefesini tahmin edebiliriz. Filmin bana göre en güzel sahnesi ise Pablo’nun elindeki sopayla tavuklara girişmesi. Düzgün kamera açısı ve doğru oyuncu-figüran kompozisyonu yönetmenlik dersi verirken, filmdeki belki de en çarpıcı nokta olan rüya ile olan bağlantının patlamasının görüldüğü duygu geçişi usta bir yazar kalemini görmüş hissettiriyor. Üstüne üstelik Pablo’nun gölgesi üzerine oynanan o mükemmel oyun da cabası. Kısacası ‘’Bu, Sinema.’’

    YanıtlaSil

Yeni şeyler Anasayfa Eski Şeyler
Yedinci Darbe Film Ekibi