9.10.2012

Süüüütt dariiııııyy!*




Göksel dinlerin ilk mitlerine göre İnsan ve Yılan birbirlerine doğuştan düşmandır. Şeytan’ın Adem ile Havva’yı kandırması için ayarttığı Yılan, Tanrı’nın bu olayı öğrenmesiyle birlikte sonsuza dek karnı üstünde sürünmeye mahkum edilmiştir. İnsan ve Yılan arasındaki çekişmenin başlangıcı, hiç bilmediğimiz irembağına kadar böyle dayanır.

Filmde modern dünyaya ayak uyduramayan, içedönük haliyle çok daha mutlu olan dışarlıklı Yusuf’un, dul annesiyle birlikte yaşama savaşımına tanık oluyoruz. Yusuf ceptelefonlu gençliğe ayak uyduramayan bir gençtir ve kitaplarıyla daha mutludur. Ayrıca şiir yazmakta ve bu şiirlerini
yayımlatmaya çalışmaktadır. Bunun için kimseden destek göremediği gibi sabahlara kadar daktilosunda çalışması, gerçekçi biçimde annesinin sinirlerini bozar. Takdir görmek ve güç almak için yalnız yaşayan edebiyat öğretmenine belbağlar ancak idealize öğretmen tipinden oldukça uzak olan bu edebiyat öğretmeni de kendi derdine düşmüştür ve Yusuf’un düşleri onu hiç ilgilendirmez.

Ancak bu sırada “Düşler” adlı dergide şiirinin yayımlandığını öğrenir. Burada şiirdeki ve şiirsellikteki göstergelerin sinemada da aynı amaçla kullanıldığını görürüz. Zira “Düşler” adlı şiir dergisinin o sayıdaki dosya konusu Rimbaud’dur. Şiirdeki klişelerin sinemada nasıl da iyi ilgeçler olabildiklerini görebiliriz. Burada şiirdeki klişenin sinemada nasıl hayat kurtardığını görür ve bugüne kadar aslında hiç şiir filmi çekilmediğini anlarız. Çünkü Rimbaud sinemada klişe değildir. Yine benzer biçimde Yusuf’un odasında bulunan Ece Ayhan posteri de yönetmenin şiiri -yalnızca- bir arka plan olarak kullanmadığının ispatı gibidir.

Yusuf, şiirin yayımlandığı dergi eline ulaşır ulaşmaz kum ocağında çalışan arkadaşının yanına gider. Mutlu haberi verirken, bir an, yaşama dair acılı insan halleri genç Yusuf’u da bulur. Bu durumda kum ocağında ağır koşullarda çalışan birinin bile şiiri yakalayabileceği iletisi, doğrudan şiir’le ilgili olmasa da yaşamın, evrenin her yerinde ve her anında şiirin olabileceğini, olması gerektiğini bize gösteriyor. Yine benzer noktada, şiirin yalnız kente değil, dışarlığa da -fırsat bırakıldığında- açılabilmesi ve dışarlıklı kişiye (yarı aidiyetle), şiirin veya şiirsel olanın sunumunu, kentli bireye olandan daha verimli ulaştırabilmesi sözkonusudur. Başkadeyişle dışarlıklı birey şiiri hem kendi içdünyasıyla hem de dışdünyaya kapı görevi görmesiyle eşit değerler biçerek şiir’in temel dertlerini iyi biçimde yansıtır.

İlginç biçimde Yusuf, gelecek kaygısı taşımayan yahut taşıdığını belli etmeyen bir gençtir. Öyleki Yusuf, şiirle ve dul annesinin cinsel hayatıyla, geleceğine dair kaygılardan daha çok ilgilenmektedir. Froydyen(!) tespitlerle başkalarının açıklayabileceğini sandığım bu durum, Yusuf’un askerlik çağrısına kadar sürer.

Yusuf bir yandan gerçeklik(!)le yüzleşirken, gittiği askerlik muayenesinde epileptik olduğunu öğrenir ve yaptığı ufak planların gereksiz olduğuna inanmaya başlar. Muayene için geldiği İzmir’de, artık çıkmayan “Şiir Atı”nı arayan bir kızla yaptığı sohbet ve kurmaya çabaladığı ilişki, epilepsi’nin, çürük damgasının ve annesinin İstasyon Şefi’yle yaşadığı ilişkinin somutluğunda anlamsız kalır. Sonuçta da reddettiği sistemin, şimdilik, bir parçası olmayı kabul eder. Ancak elbette tüm düşleri yok olmayacaktır, şiirle ve kitaplarıyla kurduğu bağ onun bu dışarlıktan kurtuluşunun da en önemli noktası olacaktır..

Kum ocağında şiir yazan kişiyi, şiirde doğruya -kişisel doğruyu bulmaya- yönlendirebilecek katalitik (hızlandırıcı) etmen, dergiden başka şey değildir. Aldığı hızlı tepkiler ve özendirici konumu sayesinde, deyimiyerindeyse, fare deliğine kadar ulaşabilir ve gerek genç şairin/şiircinin gerek kabullenilmiş şairin/şiircinin boyunu gösterebileceği bir makam haline gelir. Zira beş bin şiir kitabının satılabildiği bir ülkede, dergiciliğin olanaklarıyla ve derleme özelliğiyle, şiiriçi kamuyu bir arada tutar ve şiirin besinlerinden biri olan iletişimsizliği makul oranda ortadan kaldırır. Şiiri ezberlemeye de unutmaya da dergilerin tüketilebilmesi ve karşıt olarak saklanabilmesi özellikleriyle rasyonel biçimde ulaşırız.

Günümüz şiir dergilerinin kendilerini merkezde görme yahut merkeze oturtma çalışmaları ise erk oluştuğu anda şiiri dışarıya itecek ve profesyonel bir yayıncılık örneği halini alacaktır. Şiirde egemenlik ise daima kamuya ait olmalı ve kum ocağında takip edilebilmelidir.


*SonAt A Bahar 2010'dan.

Hiç yorum yok :

Yorum Gönder

Yeni şeyler Anasayfa Eski Şeyler
Yedinci Darbe Film Ekibi